Dr. Alper Hasanoğlu - Neden Ayrılamıyoruz?

Ayrılık, düşünce olarak bile gündeme geldiğinde içi buz keser bir sürü insanın. Aslında o kadar mutsuzdur ki durmaksızın başka bir hayatın hayalini kurar. Ama "Tamam bu akşam konuşacağım onunla ve bavulumu alıp çekip gideceğim" dediğinde kendine, bir dehşet duygusu kaplar içini. Birden sevgiliyle geçirdiği güzel günler üşüşür aklında. Aslında her zaman o kadar kötü değildir her şey. Geçen hafta çok fazla kavga etmemişlerdir örneğin. Belki de toparlayabilir, düzeltebilirler ilişkilerini. Başlangıçta birbirini bu kadar seven bir çift, nasıl olur da bu hale gelmiş olabilir ki zaten?
Neden ayrılamaz insan? Zaten mutsuz olduğumuz bir birlikteliği bitirme düşüncesi neden bizi dehşete düşürür? Mutsuz bir ilişki nasıl bir konfor sunar da, yeniden başlama olasılığının getireceği özgürlük hissine tercih edilir?

Bizimki gibi Doğulu toplumlarda en sık karşılaştığımız toplumsal şema iç içeliktir. İç içelik, bir aile içinde her şeyin herkes tarafından bilindiği, kimsenin kendine ait bir sırrının olmasına izin verilmediği, kimsenin aileden kopmasının, uzaklaşmasının istenmediği bir durumdur.

* * *

Biraz da bu nedenle ergenlik çağı sorunlarının pek yaşanmadığı bir toplumdur bizimki. En azından Batı toplumlarında yaşandığı biçimiyle. Ergenlik çağında ergenin en büyük ihtiyacı ailesinden uzaklaşabilmektir. Uzaklaşabilmesi gerekir, çünkü birey olabilmek için buna ihtiyacı vardır. Uzaklaşmaya, anne-babayı bir anlamda reddetmeye ve kendi kimliğinin sınırlarını belirleyebilmeye. Evlenmeden evden ayrılan gencin bu yaptığı neredeyse bir ihanet gibi algılanır anne-baba tarafından. Nerede bir hata yapmışlardır da bu çocuk böyle olmuştur. Bir utançtır bu durum onlar için. Bağımlı kişilik yapısının yolları böyle böyle döşenir.

Dış dünya sanki tehlikelidir diğer bazı aileler için. İç içelik dünyaya karşı korur onları. Yalnızca kendi aralarında kurdukları bu dünya, sonunda onları hayata karşı daha da güvensiz kılar. Çünkü dünyayla ilgili deneyimleri yalnızca kendi çarpık algıları aracılığıyla oluşur. Bu sosyal izolasyon, erişkin olma yolundaki ergenin dünyadan gittikçe uzaklaşmasına, güvensizlik duygularının artmasına ve şimdiki ya da sonraki ailesine daha da gömülmesine ve patolojik bir bağımlılık geliştirmesine yol açar.

* * *

Anne-baba sevgisi üzerine kurulu bir birliktelik yaşamadığında çocuğu bekleyen başka bir travmatik deneyim daha vardır. Özellikle erkek çocuğu. Baba dışarıda kendi dünyasını kurmuş olduğundan, anne evin içinde kendi yalnızlığını oğluyla gidermeye çalışır. Oğlunu kocasının yerine ikame eder. Kocasıyla olan bütün sorunlarını, kocanın oğlunun babası olduğunu unutarak, onunla paylaşır. Dizisini onunla seyreder, sabah onunla kahvaltı eder, kocasıyla konuşacaklarını onunla konuşur. Oğul büyüdükçe endişesi artar. Başka ilgi alanları olmuştur çünkü oğlun, kızlar girip çıkmaya başlamıştır hayatına. Ama anne hiçbir kız arkadaşını beğenmez oğlunun. Çocuk için en doğruyu o bilir zaten. Hangi okula gideceğinden, kiminle evleneceğine kadar anne karar vermek ister.

Böyle bir geçmişle bir ilişki başlatan bireyin ne kadar mutsuz olursa olsun o ilişkiyi bitirebilmesine olanak yoktur. Çocukluğunda oluşan bütün şemalar bir hayalet gibi peşindedir çünkü. İç içelik, kendiliğinin sınırlarının ortadan kalması ve nerdeyse simbiyotik bir yaşam sürülmesi, alınacak risklere karşı büyük bir güvensizlik, ayrılmakla ilgili duyulan tarif edilmesi mümkün olmayan bir utanç duygusu. Başarısız bir evlat olmanın azabını çekmektense mutsuz bir birliktelik sürdürülür, olur biter.

Oysa bitirmeyi göze almadan mutlu bir birliktelik yaşamak olası değildir. Ergenlik çağını yaşayamamış erişkinler anne-babalarından sıkıldıkları gibi ilişkilerden de sıkılırlar, ama anne-babalarından kopamadıkları gibi mutsuz birlikteliklerinden kopabilmeleri mümkün değildir ne yazık ki...

Dr. Alper Hasanoğlu (11 Aralık 2011, Radikal Gazetesi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder