Selim İleri'nin Mihri Müşfik Hakkındaki Yazısı


1990'ların sonunda Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek'i yazarken umarsız bir kaynak arayışı içindeydim. Gerçi Ölü Bir Kelebek bi­yografik olmak iddiasında bir oyun değildi.


Yine de Mihri Müşfik'in yaşamöyküsünden yola çıkmak, yararlanmak, esinlenmek isti­yordum. Ne var ki, kılavuzsuz kalacaktım.

Mihri Müşfik adıyla ilk kez değerli Malik Aksel'in İstanbu­l'un Ortası denemeler kitabında karşılaştım; yıl 1977. Aksel, "Örtülü Heykeller" yazısında, bizde resim sanatının geçtiği çetin yolları dile getiriyor ve Mihri Müşfik'in sanatın önünü açma ça­basına yer veriyordu. "Örtülü Heykeller" içli bir yakınmayla biter: "Hayatı bir romandan farksız olan bu zeki ve sanatkâr kadı­nın hatıraları bile birkaç sanatseverin hafızasında kaybolmaktadır."

Belleklerden yitip giden hayat gönlümü çelmişti. Düşünün, im­paratorluk başkenti İstanbul'da başlıyor, Fransa, İtalya derken, Amerika Birleşik Devletleri'nde, galiba New-York'ta, 'kimsesizler mezarlığı'nda sona eriyor!

Malik Aksel, onun, fırtınalı, âdeta anarşistçe diyebileceği­miz davranışlarından, karmaşık ruh dünyasından söz açmıştı, ama kısacık. Yine Aksel, 1940'lardan kalma Resim Sergisinde Otuz Gün adlı eserinde, Mihri Müşfik'le yeğeni Hâle Asaf'ı anar. Böy­lece bu akrabalığı öğreniyordum. Dahası, Mihri Müşfik'le faşist­lerin hayran olduğu İtalyan edibi D'Annunzio'nun arkadaşlığını.
Hepsini O Yakamoz Söner'in sayfalarına aktarmıştım. Hiçbir yankı uyandırmadı. Mihri Müşfik benim için bir iç sızısı olarak kaldı.

Pahalı, çok pahalı yapım ama, bu yaşamöyküsünden müthiş bir film senaryosu çıkar diye düşünüyordum. Meğer Halit Refiğ de te­levizyon dizisi yapmak istermiş. Epey zaman geçti, galiba Mihri Hanım rolünü Türkân Şoray'a teklif edecekti Halit Bey. Sonra ne oldu, hatırlamıyorum.
1988'de Taha Toros'un İlk Kadın Ressamlarımız kitabı yayım­landı. Bilgiler, belgeler arasında Mihri Müşfik'e de yer verilmiş­ti. Bu sayfalar beni yeniden heyecanlandırdı. Hele ressamın mek­tupları, kendi, kişisel söylemi çok etkileyiciydi.

Taha Toros bir dipnotta şunları belirtiyordu: "Batı sanat dünyasında ilk kadın ressamımız olarak tanımla­nan Mihri Hanım'ın Amerika'da yetiştirdiği öğrencisinin -üç Ame­rikalı arkadaşı ile- yıllar öncesi bir araştırma girişimini yeni baştan sürdürmeleri kıvanç vericidir. Karşılıklı bilgi alışverimiz, aralıklarla devam etmektedir. Ressamımızın Türkiye'de, İtalya'da, Fransa'da ve Amerika'da bulunabilen eserlerden yaptığımız derlemenin yakında yayımlanacağını umuyorum. Yaptığımız araştır­malara göre, Türkiye'de 32, İtalya'da 36, Fransa'da 9'u galerile­re satılmış olan 23, Amerika'da 60'ı aşkın eseri bulunmaktadır."

Geçen yirmi iki yıla karşın Taha Toros'un derlemesi yayımlanmadı. (Yakınlarda Mihri Müşfik ve sanatı üzerine bir kitap yayımlanmış ama, ne yazık ki ulaşamadım.)

Ölü Bir Kelebek'i yazarken, bir iki kaynak daha buldum. Sezer Tansuğ, Türk plastik sanatçılarını yorumladığı eserinde ona fazla yer vermemişti. Ruşen Eşref Ünaydın'ın yeni yazımıza hayli geç ak­tarılmış bir anısında, Mihri Müşfik, Tevfik Fikret'in evinde şöyle bir görünüp kayboluyordu, Âşiyan'ı ziyaret edenlerdenmiş. Şimdi hatırlayamadığım bir kaynakta ise, Mihri Hanım, son halife ve res­sam Abdülmecid Efendi'nin musiki gecelerinde beliriyordu. Hepsi bu.
Oyunu yayımlarken (1998) arka kapağa şunları yazmak ihtiyacı­nı duydum:
"Kültür gömleğimizi değiştirirken ya da daha inandığım bir de­yişle, kültür hayatımızda yenileşmenin sentezini ararken, bugün unutulmuş, dönemlerindeyse mücadele vermiş nice kişiyle yüz yüze geliyoruz. Unutuluşta sanırım kadınlar başı çekiyor; unutulan ka­dınlar öylesine çok ki. Bu yüzden Mihri Müşfik'ten bir türlü kopamadım. Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek oyunu bir gönül borcunun -karınca kararınca- ödenmesi için yazıldı."

Oyun Sadri Alışık Tiyatrosu'nda sahnelendi. Tam o günlerde Mihri Müşfik'in kayıp Atatürk tablosu bulundu. Mihri Hanım, 1924'te yurtdışından dönmüş, Ankara'da Atatürk'ün resmini yapmış. Kim bi­lir hangi savrukluk, değer bilmezlik sonucu, bu armağan resim yıl­lardan beri kayıpmış.
Ölü Bir Kelebek mevsim boyunca gösterimdeydi. Seyircisi sönük­tü. Zaten bir daha oynanmadı. Hayatın hayhuyunda Mihri Müşfik'ten yankılar artık arada birdi.

Yalnız, geçen hafta, bir anı kitabı beni yeniden nerelere alıp götürmedi ki! Bu kitap, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları adını taşıyor. Leylâ Açba, 1929-1931 yıllarında kaleme getirmiş. Yeğeni Dr. Edadil Açba yayına hazırlamış. Timaş yayınevi okur­la buluşturmuş. Daha "Takdim"inin ilk cümlelerinden hüzünlü, acı anılar. Yer yer sevimli dokundurmalar, çekiştirmelerle bezense de.
Anılar, II. Abdülhamid dönemini izlerken, Mihri Müşfik de Leyla Açba Hanım'ın amcazâdesi olarak karşımıza çıkıyor, elbette yeni bilgilerle. Prenses "Ailemizdeki Ressamlar" bölümünde, Fatma Pesend Hanım'ı, Cavidan Hanım'ı anıyor ve "Mihri Hanım da pek güzel resim" yapardı, diyor. "Hatta Mihri Hanım memleketimizin en büyük hanım ressamlarından biridir. Onun tablolarından ikisi ben­dedir. Biri benim portremdir, diğeri ise Yıldız'daki konağımızın resmidir." Hemen dikkatimi çeken, Mihri Hanım'ın kuşakdaşları ara­sında başka kadın ressamların varlığı. Anılan Fatma Pesend Hanım, II. Abdülhamid'in eşlerinden; Cavidan Hanım ise, Şehzâde Yusuf İzzeddin Efendi'yle evlenmiş.
"Amcazâdem Mihri Hanım ise Zonaro'nun en muvaffakiyetli tale­belerinden biri idi. Zonaro'dan ders aldığı zamanlar bizim konakta kalır yahut Akaretler'de mukime Behiye Halamıza giderdi." Genç res­sam, zaman zaman, Fatma Pesend Hanım'ın Yıldız'daki dairesinde de misafir olurmuş.

Tıbbiye Nâzırı Ahmet Rasim Paşa'nın kızı Mihri Müşfik'i Leylâ Açba şöyle tasvir ediyor: "Orta boylu, açık kestane renkli saçlı, yeşil gözlü güzel bir hanım idi." (Resim Heykel Müzesi'ndeki, kime ait olduğu belirtilmemiş, yeşil gözlü genç kadın portresinin bir otoportre olabileceği akla geliyor. Mihri Müşfik'in bu portresi çok çarpıcıdır.)
Prenses, amcazâdesi için, "Maalesef daha sonra memleketten çık­tı ve İtalya'ya gitti" diye yazıyor. "Bir müddet Fransa'da ablam Hidayet Hanım'ın yanında da kaldı. Bana ve diğer aile mensuplarına yazdığı mektuplardan pek mükedder olduğu aşikârdır."

Bu "mükedder" mektuplar kim bilir neler söylüyor, neler anla­tıyordu...

Abdülhamid'in, Leylâ Açba'nın sözcükleriyle, "gördüğüm en rezil insanlardan biri" olan "fevkalâde jurnalcisi" Fehim Paşa, meğer değerli ressam Eşref Üren'in babasıymış. "Amcazâdem Mihri Ha­nım, bu çocuk için, 'İleride büyük bir ressam olacağından hiç şüp­hem yoktur' demişti."

Harem Hatıraları'nın tanıklığında, Zona-ro'dan ders alma mesele­si aydınlığa çıkıyor: Saraya gidip gelen genç Mihri, Şeh­zade Selim Efendi'nin zevcesi Eflâkyar Hanım'ın yaptığı resimlerle il­gileniyor; "her ikisi hususî birer resim yapıp Sultan Hamid'e tak­dim etmişler. Sultan Hamid de resimlerden pek hoşnut kalarak kabul etmiş ve amcazadem Mihri Hanım'ı hususî ressamı olan İtalyan Zonaro Bey'in talebesi yapmış."

Prenses Leylâ Açba'nın anıları, objektif tutumla kaleme getirildiğinden özel bir değer taşıyor. Mihri Müşfik Hanım, bu anılarda, en son, 1919'da, İstanbul'dan "Zat-ı Şahane"nin sağladığı imkânla ayrılırken görülüyor. Yolu Roma'ya. Sonrası? "Halen memleket haricinde ve Amerika'da Chicago şehrinde ikâmet etmektedir. Allah güzel akıbetler versin."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder